GEN TRANSFER YÖNTEMLERİ
Gen tedavisinde, etkin bir gen aktarımı en
önemli bir koşuldur. Genleri istenilen hücrelere taşıyabilmek için kullanılan
yöntemler genel olarak iki kategoride toplanmaktadır: Fiziksel yöntemler ve
biyolojik vektörler.
Fiziksel yöntemler, DNA'nın doğrudan doğruya enjeksiyonu, lipozom
formülasyonları ve balistik gen enjeksiyonu yöntemlerini içerir. Doğrudan DNA
enjeksiyonunda ilgili gen DNA'sını taşıyan plazmit, doğrudan doğruya, örneğin
kas içine, enjekte edilir. Yöntem basit olmasına karşın kısıtlı bir uygulama
alanı vardır.Lipozomlar, lipidlerden oluşan moleküllerdir. DNA'yı içlerine alma
mekanizmalarına göre iki guruba ayrılırlar: Katyonik lipozomlar ve pH-duyarlı
lipozomlar. Birinci gurup lipozomlar artı yüklü olduklarından, eksi yüklü olan
DNA ile dayanıklı bir kompleks oluştururlar. İkinci gurup lipozomlarsa negatif
yüklü olduklarından DNA ile bir kompleks oluşturmaz, ama içlerinde taşırlar.
Parça bombardımanı ya da gen tabancası olarak da adlandırılan balistik DNA
enjeksiyonu, ilk olarak bitkilere gen nakli yapmak amacıyla geliştirilmiştir.
Bu ilk uygulamalarından sonra, bazı değişiklikler yapılarak memeli hücrelerine
gen nakli amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemde, genellikle altın ya
da tungstenden oluşan 1-3 mm
boyutunda mikroparçacıklar, tedavi edici geni taşıyan plazmit DNA'sı ile
kaplanır, sonra da bu parçacıklara hız kazandırılarak, hücre zarını delip,
içeri girmeleri sağlanır. Basit olmalarına karşın fiziksel yöntemler
verimsizdir; ayrıca, yabancı genler, sadece belirli bir süre fonksiyonal
kalabilmektedirler. Bu nedenle araştırmacıların çoğu, genellikle virüs kökenli
vektörlere yönelmişlerdir. "Vektör" kelimesinin bir anlamı da "taşıyıcı"dır. Benzer
şekilde, gen terapisinde genleri hücrelere taşıma amacıyla kullanılan ve
genetik olarak zararsız hale getirilmiş virüslere de vektör denir.
Günümüzde yapılan araştırmalarda,
virüslerin hastalığa yol açan gen parçalarının yerine, hastaları iyileştirme
amacıyla rekombinant genler
yerleştirilmektedir. Bu amaçla değiştirilmiş hücreler kullanılmaktadır. Bu
hücrelere tedavi edici geni taşıyan bir genetik yapı sokulduğunda, tedavi edici
geni içinde taşıyan virüsler elde edilir. Bu şekilde değiştirilmiş virüsler
hücreye girmek için kendi yöntemlerini kullanırlar ve genomlarının ekspresyonu
sonucu, genin kodladığı protein üretilmeye başlanır. Öte yandan, virüsün
kendisini çoğaltmak için ihtiyaç duyduğu genler, tedavi edici genlerle
değiştirilmiş olduğundan, virüs çoğalıp hücreyi patlatamaz. Bunu yerine,
hücrede virüsün taşıdığı hastalığı düzeltici genin ekspresyonu olur, genin
kodladığı protein (yani ilaç) üretilir ve genetik bozukluk nedeniyle
üretilemeyen proteinin yerini alır.
En çok kullanılan viral vektörler, retrovirüsler, adenovirüsler, herpesvirüsler (uçuk virüsü) ve adeno-ilişkili virüslerdir. Ama her vektörün kendine özgü dezavantajları vardır: Bölünmeyen hücreleri enfekte edememek (retrovirüs), olumsuz immünolojik etkiler (adenovirüs), sitotoksik etkiler (herpesvirüs) ve kısıtlı yabancı genetik materyal taşıyabilme kapasitesi (adeno-ilişkili virüs). İdeal bir vektörde aranan özellikler yüksek titraj, kolay tasarlanabilme, integre olabilme yeteneği ve gen transkripsiyonunun kontrol edilebiliyor olmasının yanında, imünolojik etkilerin olmamasıdır.
En çok kullanılan viral vektörler, retrovirüsler, adenovirüsler, herpesvirüsler (uçuk virüsü) ve adeno-ilişkili virüslerdir. Ama her vektörün kendine özgü dezavantajları vardır: Bölünmeyen hücreleri enfekte edememek (retrovirüs), olumsuz immünolojik etkiler (adenovirüs), sitotoksik etkiler (herpesvirüs) ve kısıtlı yabancı genetik materyal taşıyabilme kapasitesi (adeno-ilişkili virüs). İdeal bir vektörde aranan özellikler yüksek titraj, kolay tasarlanabilme, integre olabilme yeteneği ve gen transkripsiyonunun kontrol edilebiliyor olmasının yanında, imünolojik etkilerin olmamasıdır.
Gen Aktarim Teknikleri
Viral
Vektorler:
1. Retroviral
vektörler
2. Adenoviral vektörler
3. Adeno-asociated virus
4. Herpes Simpleks Virus Tip-1
5. Polio Virus
6. Ördek Hepatit Virusu
7. Parvovirus
8. Sendaivirus
9. Sindbis virus
2. Adenoviral vektörler
3. Adeno-asociated virus
4. Herpes Simpleks Virus Tip-1
5. Polio Virus
6. Ördek Hepatit Virusu
7. Parvovirus
8. Sendaivirus
9. Sindbis virus
Fiziksel ve
Kimyasal Yöntemler
1. Transferin-reseptörü
aracılığı ile
2. Asiaglikoprotein DNA konjugatları
3. Lipofection
4. Direk aktarım
5. Kalsium fosfat çöktürmesi ile
6. Diethilaminoetil dekstran
7. Elektroporasyon
8. Sonikasyon
9. Kazıma yöntemiyle
10. Polibrene/dimetilsulfoksid
11. Jet injeksiyon
12. Partikül bombardımanı
2. Asiaglikoprotein DNA konjugatları
3. Lipofection
4. Direk aktarım
5. Kalsium fosfat çöktürmesi ile
6. Diethilaminoetil dekstran
7. Elektroporasyon
8. Sonikasyon
9. Kazıma yöntemiyle
10. Polibrene/dimetilsulfoksid
11. Jet injeksiyon
12. Partikül bombardımanı
Genlerin vücuda
yerleştirilmesi yöntemleri
Genleri vücuda
yerleştirmenin çeşitli yolları vardır. Genel olarak, gen tedavisi iki esas
bölümde sınıflandırılabilir.
1. ex vivo yaklaşım: Bu yaklaşımda hücreler vücuttan alınır;
in vitro kosullarda gen transferi yapılır. Tekrar vücuda geri verilir. Bu yaklaşımın
avantajları şunlardır:
a. Gen aktarımı genel olarak yüksektir.
b. Eger vektör seçilebilir marker gen taşıyorsa; gen aktarılan
hücreler zenginleştirilebilir.
c. Re-implantasyon öncesinde etkinlik kontrol edilebilir.
2.
in vivo yaklaşım: Vücuttaki hücrelere genlerin direk
transferidir. Bu aktarım, in vitro koşullarda gerçekleştirilir ve hücreler
alıcıya tekrar geri verilerek yapıldığı gibi alıcının dokusuna in situ direk
aktarım şeklinde de yapılabılır. Ayrıca henüz kullanılmamakta ise de bir vektör
aracılığı ile de kan yoluyla aktarım gerçekleştirilebilir. Bu vektörler
plasmidin konakçı hücrede takibini sağlayacak şekilde flöresans ile
işaretlenebilir. En önemli sorun spesifiklik ve durağan gen transferinin düşük
etkinliğidir. Bu klinikde arka arkaya tedavi işlemlerini gerektirmektedir. Gen
tedavisinde antisens oligonükleotid kullanımı Antisens oligonükleotidler, küçük sentetik nükleotid dizileri olup;
bunlar spesifik DNA veya RNA dizilerine komplementerdirler. Eksojen oligonükleotidler
nükleik asit bağlayıcı reseptörler
aracılığı ile hücre içerisine alınırlar. Terapötik ürün olarak
hazırlanmalarında başlıca sorun hücre içerisine taşınabilmeleridir.
Oligonükleotidlerin gen tedavisinde kullanılması ‘eğer belirli bir gen bir
hastalıktan sorumlu ise; bunun çalıştırılmaması klinik anormalliğin düzelmesini
sağlayabilir’ prensibinden yola çıkarak tasarlanmaya başlanmıştır. Antisens
oligonükleotidler genin çevrilmesini durdurarak hastalığa neden olan genlerin
ekspresyonunu engelleyen yapılardır. Bu yapılar onkogenleri kontrol altına
alabilmekte ve virüs DNA’sının çevrilmesini engelleyebilmektedirler.
Bir çok ilaçda amaç defektif veya istenmeyen proteinin sentez edildikten sonra fonksionuna engel olmaktır. Antisens teknolojide amaç protein sentezinin spesifik kısa tek sarmal DNA veya RNA dizileri kullanılarak önlenmesidir. Bu önleme, protein sentezinin:
Bir çok ilaçda amaç defektif veya istenmeyen proteinin sentez edildikten sonra fonksionuna engel olmaktır. Antisens teknolojide amaç protein sentezinin spesifik kısa tek sarmal DNA veya RNA dizileri kullanılarak önlenmesidir. Bu önleme, protein sentezinin:
1) Genomik DNA'nın
mRNA'ya transkripsiyonunda
2) mRNA'nın proteine
translasyonu sırasında mümkün olabilir.
Sitoplazmik mRNA, DNA 'ya
oranla daha kolay bir hedef gibi görünmektedir. In vitro çalışmalarda, anormal
mRNA oluşturan Burkitt lenfoma hücre dizilerinin çoğalması antisens
oligonükleotidlerle durdurulmuştur. Antisens oligonükleotidler, hücre
dizilerinin kanserleşmesini veya metastatik potansiyellerini azaltır. Anti-sens
olarak geliştirilen ve AIDS'li hastalarda oluşan sitomegalovirus retinitini
tedavi edecek olan ilaç intra vitreal enjeksiyonla 1998 yılında insanda
kullanılmaya başlanmıştır.
Oligonukleotid ile gen fonksiyonu
Amaç DNA'da var olan hatanın,
yapısal DNA hatasına dönüştürülerek, tamir mekanizmasının tanıyabilmesini
sağlamaktır. 20 bazlık bir oligonükleotide bağlanan bir alkile edici ajan,
ikili helikse yapışır. Tek iplikçikli oligonükleotid hedef DNA'da kendisine
uyan bölgeye yapışır. Replikasyon sırasında, hücre tamir mekanizmaları devreye
girer ve düzeltmeyi yapar.
Bu metod ile obesite,
b-adrenerjik reseptör mutasyonu, Hb S ve kistik fibrozisin gen tedavisi
çalışmaları yapılmaktadır.
Değişik doku ve hücrelerde gen tedavi
yaklaşımları aşağıda özetlenmiştir.
Kemik iligi:
Kemik iliği transplantasyonu için gerekli olan teknik işlemlerin ve tedavinin
geliştirilmesi ile hematopoetik sistem gen tedavisi için uygun bir aday doku
olmuştur. Pluripotent hematopoetik kök hücre, kemik iliği hücrelerinin
%0.01-0.1'i kadardır. Pluripotent olması ve kendiliğinden yenilenmesi, ideal
bir hedef doku halini almasını sağlar. Ex vivo tedavinin en güzel örneğidir.
Bir kaç hücreye bir gen aktarımı olması halinde dahi, aktarılan genin sürekli
varlığı mümkün olacaktır. Yüksek sınıf hayvanlarda, bu hücrelerin enfekte
edilmesi güçtür. Kemik iliğindeki bağ dokusu hücrelerinin etkin transferde
önemli rolü olduğu gösterilmiştir. Kemik iliğinin gen tedavisi için ilk hedef
doku olmasının nedenleri şöyle sıralanabilir.
1- Kemik iliği hücreleri
kolayca elde edilebilir.
2- In vitro olarak
çalışılabilirler.
3- Bireye tekrar reinfüze
edilebilirler.
4- Infüzyon sonrası
organizmada çoğalarak, farklılaşmaya uğrarlar. Böylece organizmada yeni bir
hücre popülasyonu oluşturulabilir.
Kas: Çok
sayıda hedef hücreye gereksinim olduğundan; yüksek etkinlikte gen transferine
ihtiyaç vardır. Retrovirusla infekte edilen primer myoblastların hayvan kası
içine zerk edilmesi ile altı aylık bir sürenin üzerinde gen ekspresyonu
sağlanmıştır. En önemli dezavantajı, myoblastların zerk edildigi bölgede
kalmasıdır. Adenovirus vektörünün intravenöz olarak sıçana verildikten sonra,
etkin bir transduction hem kas fibrillerinde, hem de diğer dokularda
sağlanmıştır. Kas fibrillerinin in vivo direkt gen aktarım teknikleri için de kullanılabildiği
gösterilmiştir. Plazmid DNA'nın iskelet ve kalp kaslarına direkt zerki ile
durağan gen ekspresyonu sağlanmıştır. Bu zerk edilen plazmid DNA'sı hücrede
episomlar olarak bulunmaktadır. Bu prosedür, primatlarda çok etkin
değildir.Insan büyüme hormonu genlerinin transferi ile de hayvanlarda bu
hormonun düzeyleri üç ay sonra belirlenebilmiştir.
Karaciğer:
Hepatositleri, kültür ortamında manüple etmek oldukça güçtür. Çünkü bu hücreler
kültür ortamında çok az bölünmeye uğrarlar ve retroviral vektörlerle
transduction etkinliği %20-25 gibi düşük düzeylerdedir. Her ne kadar in vivo
olarak, hepatositler normal koşullarda bölünmezken, kısmi hepatektomi,
hepatositlerin hücre bölünmesini aktive eder. Bunu takiben retrovirus
vektörünün in vivo perfüzyonu ile çok sayıda hepatosit infekte edilebilir.
Ancak etkinlik %1-2 civarındadır. Alfa-1- antitrypsin geni intraportal yolla
adenoviral vektörle karaciğere aktarılmışsa da, genin ekspresyonu kısa
sürmüştür.
Santral sinir sistemi: Yapısal ve fizyolojik kompleksliği nedeni ile SSS
bozukluklarında somatik gen tedavisi uygulanması beraberinde önemli sorunları
da getirmektedir. HSV-1 vektörleri hem in vivo, hem de ex vivo olarak sinir
hücrelerinde aktarımda kullanılmıştır.
Trakea epiteli:
Bu hücrelerin organizma dışına alınıp, kültüre edilmesi ve sonra tekrar
organizmaya implante edilmesindeki zorluklar nedeni ile in vivo aktarım
kullanılmaktadır. Adenoviral vektörler ile trakea epiteline invivo gen
aktarımı, sıçanlarda başarılmıştır.
Lenfosit:
Adenosine Deaminaz enzim eksikliğinde kullanılmıştır. T hücrelerinin yaşam
sürelerinin sınırlı olmasının nedeni ile arka arkaya infüzyona ihtiyaç
bulunmaktadır. AIDS ve kanser tedavisinde en uygun hedef doku olarak ortaya
çıkmaktadır.
Oküler hücreler: Vitröz içine adenovirus aracılığı ile gen aktarımı yapılmıştır.
Periferik kan progenitör hücreler: Kemik iliği yerine, periferik kandan izole edilen
progenitör hücrelere gen transfer edilmesi ile uzun süreli hematopoesis
saglanmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder